Cumartesi, Nisan 15, 2006

 

ABD İran Konusunda Yanılacak mı?

Hakan Gürel

İran'a yönelik herhangi bir saldırının operasyonel boyutlarının ve hatta kullanılması muhtemel spesifik harp silah ve vasıtalarının tartışıldığı bir dönemde tüm hesaplarda eksik olan bir şey var. Hayır, eksik hesap muhtemel bir İran direnişinin varabileceği boyutlar, ABD ve/veya onunla birlikte hareket etmesi beklenen ülkelerin ve bu harekâta karşı çıkacak ülkelerin karşı karşıya kalacakları diplomatik direnç veya muhtemel bir harekâtın yeni bir savaş ve istikrarsızlık dönemini tetiklemesi olasılığı değil. Bu harekâtın nedeni ne olacak? Eksik olan hesap bu.

ABD'nin İran'a saldırmasını olmazsa olmaz bir zorunluluk haline getiren stratejik meydan okuma nedir?

Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya coğrafyasında yüzyıllarca hüküm sürmüş, türlü komplo, entrika ve oyuna birinci elden muhatap olmuş ve tabiri caiz ise arketipik olarak bu türden konspiratif bulgulara aşina, ama her nedense genetik olarak direnç geliştirememiş bir ülkenin yurttaşı olarak ileri sürülen gerekçeler manzumesi bana yeterli gelmiyor. Piyasada dillendirilen, pazarlanan temel gerekçe İran'ın nükleer silah seçeneğine yönelmesidir.

Başka gerekçeler de bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, İran'ın jeostratejik anlamda bir kuşak ülke olarak davranmak yerine sık sık aralarında uzandığı Avrasya ve Atlantik bloklarını rahatsız edecek türden bağımsız inisiyatifler geliştirmesi ve bunun hemen her zaman aslen bir ulusal bağımsızlık meselesi olmayıp, stratejik saf değiştirme olgusunu ima etmesidir. İkincisi, İran'ın Irak üzerinde bazı Şii fraksiyonlar üzerinden egemenlik tesis etme girişimidir. Bir üçüncüsü, İran'ın Hamas ve Taliban örgütleriyle kurduğu aşk nefret ilişkisidir. Bu manzumeye, İran'ın radikal İslam'ın kurumsallaştırıldığı ve ihraca hazır paketler haline getirilmeye çalışıldığı bir ülke olması eklenebilir. İran'ın AB, ABD, BM ve NATO nezdinde terörist örgüt listesine giren birçok örgüte maddi ama daha çok manevi destek sağladığı da iddia edilegelmektedir. Son olarak İran, Suriye ve Kuzey Kore gibi ülkelerle birlikte ABD'nin "haydut devlet" (rogue state) sınıflandırması içinde yer almaktadır.

Aslında her ne kadar esas sözcüleri ABD'de olsa bile bu tanımlamayı ABD'ye atfetmek ülkemizde ve dünyada tüm analistlerin en temel açmazını oluşturmaktadır. Haydut devlet tanımlaması, tıpkı Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ya da eskinin Demir Perde'si gibi aslen dünya-sistemin kavramlarıdır ve böyle olmakla salt bir ülkeye indirgenemeyecek ölçüde dünya iktidarının asli sahipleri tarafından tanımlanmış ve uygulamaya geçirilmiş projeleri ima etmektedirler. Bugün D-7+1 ülkelerini bahse konu tanımlamalarda ayrı düşünmek, ABD'yi bu ülkelerden izole etmek mümkün değildir. Dünya sistem içinde ciddi ve kati bir işbölümü vardır ve bu işbölümünün sınırları (rant) konusunda dünya-sistem iktidarını paylaşan ülkeler arasında meydana gelmiş/gelmekte olan/gelebilecek çatışmalar bu işbölümünü ya da temel projeleri etkilememektedir. Bahse konu projelerin etkilenme olasılığı ortaya çıkar çıkmaz dünya-sistem refleksif olarak kendini toparlamaktadır. Devam edelim.

Haydut devlet tanımlaması türlü alt metinleriyle birlikte aslen (i) dünya sisteme ekonomik entegrasyonun tamamlamayan ve dolayısıyla küreselleşme önünde bir engel oluşturan, (ii) çeşitli küresel ve bölgesel stratejik güçlerin tetikçiliğini yapan, (iii) kitle imha silahları konusunda kimyasal, biyolojik ajanlarla başlayıp, dispenser olarak balistik füze geliştirmeye yönelen ve neticede nükleer silaha sahip olma isteği olan veya bu silahlar sahip olan (iv) belli stratejik bölgelere erişim yolu üzerinde bulunan ancak dünya sistem ile bu erişim hakkını paylaşma konusunda sıkıntısı ve/veya isteksizliği olan ve bölgelerinde bağımsız politikalar izleyebilen ülkeleri kastetmektedir.

Haydut devlet olabilmek için tüm bu şartların sağlanması gerekmektedir. Zira İsrail (ii, iii, iv), Pakistan (iii, iv) ve Hindistan (iii, iv), hatta Türkiye (iv) bahse konu koşulları sağlasalar bile haydut devlet sınıflandırmasına girmemektedir.

Dünya-sistemin kafası oldukça nettir. Burada (i maddesi hariç yukarıdaki diğer tüm haydut devlet koşullarını sağlayan) İsrail örneğinden çıkarılacak temel sonuç, İsrail'in dünya-sisteme tam entegrasyon sağlamış gelişmiş kapitalist bir ülke olmasının onu haydut devlet sınıflandırmasından çıkarmış olmasıdır. Ne nükleer silahlara sahip olması, ne işgal altında bulundurduğu topraklarda süregelen insan hakları ihlalleri, ne Çin, Hindistan gibi ülkelerle kimi kez ABD ekseninden sapan bağımsız girişimleri onu haydut devlet yapmamaktadır. O halde temel parametre dünya-sisteme entegrasyondur.

İran kadim bir ülkedir. Varlığını, muhteşem Pers hükümranlığını izleyen yüzyıllar içinde giderek iki önemli güç arasında, nüfus ve toprak genişliği gibi jeostratejik avantajlarını kullanarak bir tampon ülke olarak kalabilmiş olmaya borçludur. Bir yandan tampon ülke olarak kalırken, bir yandan da bağımsız (bu nedenle de hemen her zaman hüsranla bitmiş) gündemler yürütmeye çalışmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren aslen dünya sistemin, demir perdenin güneydoğu sınırlarında ileri karakolu olmuştur. Dünya sistem İran, Irak, Türkiye ve Pakistan'ı (yani bugün Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin merkezden doğuya uzanana mihverini) birleştirecek ittifak arayışında olmuştur. Sadabad Paktı, CENTO bunlara örnek olarak verilebilir. İran İslam Devriminin ardından ise şeytan Amerika ile özdeşleştirilen dünya-kapitalist sistem yerine Rusya ve Çin'e yönelinmiştir. Bu ittifakın silah sistemleri ortak projeler ayağına daha sonra Kuzey Kore de dâhil olacaktır. Ancak bu dönem sona ermek üzeredir.

Günümüzde İran'ın işi daha zordur, zira Batısında D-20 ve E-7 üyesi bir ülke, güneyinde dünya sistemin el attığı eski düşmanı ve asla yıldızının barışmadığı sair Arap ülkeleri, doğusunda ABD'nin Orta ve Güneydoğu Asyadaki temel müttefikleri, kuzeyde ise dünya-sistemle entegrasyonu (mafya-bürokrasi eliyle olsa da) güçlenen Rusya bulunmaktadır. Kuzey Batısında ise Ermenistan dışında bir dostu kalmamış, bu bölgeleri hinterlandı gören ülkeler etkinliklerini artırmışlar, işin içine AB ve ABD girmiştir. Uzaktaki dost Çin uzun süredir dünya-sisteme hâkim olmak için yapılacak çalışmaların, dünya-sistemle didişmekten çok daha maliyet etkin olduğunu kavramıştır. Kısaca İran'ın dünya-sistemle didişme kavgası giderek yalnızlaşan bir kavga olagelmiştir.

İran özelinde küresel ve bölgesel güçlerin bir meydan muharebesi yaptıkları doğrudur. Her iki ana stratejik blok da İran'ı yekdiğerine karşı kullanmış, kullanmaya çalışmıştır. İran'ın petrol kaynaklarının hangi piyasalara sunulacağı önemli bir çatışma maddesidir. Bu petrolün hangi mübadele birimi (ABD Doları, Euro, Ruble) üzerinden piyasaya sunulacağı başka bir çatışma maddesidir. Ancak petrol tek başına bir çatışma parametresi değildir. Bizatihi İran'ın jeopolitik-jeostratejik konumu bu ülkenin Kuzey-Güney ve Doğu-Batı eksenlerinin buluştuğu noktadaki benzersiz yeri, Okyanus açılımı çatışmanın aslen daha geniş bir temelde yürüdüğünün göstergesidir.

Bugün dünya-sisteme yön veren ülkelerin İran üzerindeki çatışması aslen paradoksal bir biçimde İran'a ve rejimine soluk aldırmaktadır. Ancak bu bir hayat öpücüğü değildir ve bu satırların yazarı bahse konu çatışmanın bir anlaşmaya doğru hızla ilerlediği kanısındadır. Anlaşmanın ilk belirtisi, AB ve ABD'nin İran politikalarının yakınlaşması olmuştur. ABD, İran ile yapılacak görüşmeleri AB'ye havale etmiştir. İkinci belirti, George W. Bush'un son Pakistan-Hindistan gezisinde İran'dan Pakistan'ı izleyerek Hindistan'a varacak boru hattına onay vermesi olmuştur. Bu hamle oldukça kritiktir ve satranç notasyonuyla bile ifade edebilmek için birden çok ünlem ve soru işaretine gerek duymaktadır. Bahse konu anlaşma zımni olarak İran petrolünün mübadele birimi olarak Euro'nun dahi kullanılmasına cevaz verirken, aslen İran petrolünün E-7 ülkelerinin lideri Çin yerine, başaltı pozisyonundaki Hindistan'a ulaşmasını sağlayarak önemli bir jeostratejik saflaşmayı sona erdirmektedir. Öte yandan İran için hayati önemi haiz bir projeye dünya-sistem onayı verildiği anlamını taşımaktadır. Üçüncü belirti, İran'ın nükleer seçenekte diretmeye yönelen iç politika hamlelerinin artık Rusya ve Çin tarafından hoş görülmemesidir. Rusya, uranyum zenginleştirme noktasında baştan beri İran politikalarına muhalefet etmektedir. Ahmedinejat'ın son açıklamalarına karşı resmi Rus beyanı tabiri caiz ise buz gibidir ve "yaptırım uygulanmamalı" şeklinde ifade edilebilecek geleneksel Rus politikasından bir sapmayı temsil etmektedir. Açıklamanın hemen ardından Çin, yüksek düzeyde bir görevlisini (ama bir bakanını değil) İran'a göndermiştir. İran nükleer silah seçeneğinden er ya da geç vazgeçecektir. Aksi halde karşısına aldığı odak ne İsrail, ne de neo-Conlar olacaktır. İran, bir zamanlar yakın işbirliği içinde olduğu Rusya ve Çin'den de büyük bir darbe alabilir.

Buraya kadar İran için ileri sürülen savaş gerekçelerinden bahsetmeye çalıştım. Bu gerekçelerin kanımca yetersiz olması ABD'nin İran'a saldırmayacağı anlamına gelmez elbette, ancak Sun Tzu'nun da belirttiği gibi "(...) gerçek güç her zaman muharebeyi kazanmak değil, onun için yapılan hesaplarda yanılmamaktır."

Zahiri güç ABD, gerçek güç dünya-sistemin Irak'ı entegre etme projesini salt askeri bir proje olarak kodlamış, beklenen bir askeri başarı elde etmiştir. Son günlerde ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'e karşı çıkan emekli generallerin ağızlarından eksik etmedikleri, ama başta Brzezinski olmak üzere neo-Con olmayan ABD'li stratejistler tarafından yıllardır dillendirilen "biz savaşı kazandık ama barışı kazanamadık" ifadesi ise yukarıda alıntılanan cümle içinde yeniden değerlendirildiğinde muharebe kazanılmış, ama onun için yapılan hesaplarda fena halde yanılgı olmuştur. Acaba ABD İran'da yeniden yanılacak mı? Kanımca esas sorulardan birisi budur. Brzezinski, ABD'nin İran'a müdahalesinin ABD'nin küresel güç olma vasfını ortadan kaldıracağını belirtmektedir. ABD'nin benzeri bir yanılgıya tekrar düşmesi olasılığı düşük olarak değerlendirilmektedir. Bugün ABD'nin en kötü senaryoda bile daha geniş bir koalisyon ya da diplomatik deyimle "concerted action" peşinde olacağı hem Rice, hem de üst düzey ABD yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. Burada yanılgı Irak'a savaş açılması değil, bu savaşın asli nedeni olan rejim değişikliğinin otomatik olarak ve müttefik desteği (dünya-sisteme yön veren ülkelerin ve bölgesel müttefiklerin tam uzlaşması) olmaksızın geleceği beklentisidir. Bu beklenti öylesine güçlü olmuştur ki Pentagon'un 300 bin asker talebi geri çevrilmiş (bugün 100 binin biraz üzerinde), rejim değişikliği için temel enstrüman olan Kürt, Türkmen, Arap, Sünni, Şii uzlaşı parametreleri dikkate alınmamış neticede bugünkü Irak tablosu oluşmuştur.

ABD'nin de İran ileri gelenlerinin de 'efelenme' tavrının gerisinde ima edildiğinin aksine bir ABD-İran savaşı olasılığı kanımca görünmemektedir. ABD, İran'ı kitleleri meşgul edecek bir nükleer silah elde etme bahanesi ile baskı altında tutarken (ancak bir yandan Hindistan'a petrol sevkıyatı konusunda onu rahatlatırken), esas amacının İran'ın Irak'taki Şii unsurlar (Mukteda El Sadr, İsmail Cevahiri) üzerindeki etkisini önce izole etmek, sonra kaldırmak olduğu anlaşılmaktadır. İran cephesinde ise Ahmedinejat, Hamaney ve Rafsancani'nin açıklamaları ile giderek gün yüzüne çıkan bir fırtına sürmektedir. İran'dan gelen ipe sapa gelmez tüm açıklamalar (Yahudi soykırımı olmadığı, İsrail'i yeryüzünden silecekleri, İran'ın nükleer kulübe girdiği vb.) kanımca iç politikaya yöneliktir.

***

Önemli Not:
İran üzerinden Hindistan'a yönelecek petrol boru hattı ile ilgili ilave kaynak ararken, projenin son durumu konusunda yanlış daha doğrusu eksik bilgi verdiğimi fark ettim. Aşağıda alıntıladığım makalesinde Em. Büyükelçi Yalım Eralp, Bush'un bölge ziyareti esnasında projeye evet dediğini söylüyor (benim de bilgim bu yönde idi) ama daha sonra Enerji Bakanı'nın 'sakın ha' diyerek, Tükmenistan üzerinden bir hattı 'teşvik ettiğini' ekliyor. Her ne kadar yazımdaki esas tezi etkileyecek denli önemli olmadığını düşünsem de etik olarak bu ek bilgiyi sizlerle paylaşmak ve eksik bilgilendirme için özür dilemek istedim.

Büyük oyunda son durum, Yalım Eralp.
http://www.cnnturk.com/CNNTURKBLOG/yazar.asp?pid=1330

Comments: Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?

Listed on 
BlogShares