Çarşamba, Mayıs 24, 2006

 

Bilim ve Teknoloji: Doğu ve Batı, Gelişmiş ve Azgelişmiş Ülkeler

Hakan Gürel

Hemen her bilim felsefecisi veya tarihçisinin karşılaştığı temel bir soru vardır: Neden modern bilim, yani Doğa ile ilgili hipotezlerin matematikleştirilmesi ileri teknolojiye ilişkin tüm tezahürleri ile birlikte yalnızca Galileo döneminde Batı'da meteorik bir sıçrama gerçekleştirmiştir?[1] Bu soruya verilen yanıtların bilimsel olmaktan çok daha fazla ideolojik olduğu açıktır. Gelişmişlik ölçüsü Batı-merkezci terimlerle tanımlanmaktadır ve tarihsel gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Aslen olup bitene ideolojik bir gözle baksak ve aynı genelleme eğilimiyle hareket etsek bizim de Batı'nın yaptığı kendi tarihini ve mevcudiyetini haklılaştırmaktan (justification) ibarettir dememiz gerekirdi.

Batılı bir entelektüel -ki çok saygın Ernest Gellner de bir istisna oluşturmuyor- her ne zaman özellikle de gelişmişlik - azgelişmişlik bağlamında Batı ile Doğu arasındaki fay hattını, ayrım noktalarını tanımlamaya girişse fena halde Oryantalist/Batı-merkezli bir reçete ile çıkageliyor. Gellner'in "Big Ditch" soyutlaması ile diyelim Huntington'ın "Clash of Civilizations" veya başkalarının "Great Divide" vb. tanımlamaları arasında anlamlı bir ideolojik farklılık bulunmuyor.

"Asya medeniyetlerinin yaptıkları katkılar araştırma yoluyla tedrici olarak ortaya çıktıkça buna muhalif bir eğilim, Yunanlıların rolünü uygunsuz bir biçimde yücelterek ve yalnız modern bilimlerin değil, bilimin de en baştan beri Avrupa'nın ve yalnızca Avrupa'nın karakteristik bir özelliği olduğunu iddia ederek Avrupa'nın biricikliğini korumaya çalışıyor. (...) Bu yaklaşımı Avrupalı olmayan medeniyetlerdeki bütün bilimsel gelişmelerin gerçekte teknolojiden başka bir şey olmadığını göstermek için gösterilen kararlı çaba tamamlıyor.?[2]

"(Arap-İslam bilginleri de) bir icat yaptıklarında ne üstünde çalıştıklarına ilişkin konsepti de anlamışlardır."
[3]

Yukarıdaki alıntılar göz önüne alındığında Gellner'in "Gelişmiş ülkelerde bilim uygulamadan gelir; az gelişmiş ülkelerde uygulama bilimden gelir." tezi aykırı bir ses mi oluşturuyor? Bu soruyu yanıtlamaya geçmeden "innovasyon" denince akla ilk gelenlerden birisi olan Thomas Alva Edison'a kulak verelim:

"Hayatta temel amacım daha fazla buluş yapabilmek için para kazanmak!"
"Dünyanın neye ihtiyacı olduğunu bulurum sonra onu icat etmeye yönelirim!"
"Başlıca işim başkalarının parlak ama yanlış yönlendirilmiş düşüncelerine ticari değer kazandırmaktır!"
"Elektrik ışığı beni en çok uğraştıran iş oldu ve en ayrıntılı deneyleri yapmamı gerektirdi. (...) Yıllar boyunca bu konuda deneyler yaparken bir kez bile bağlantılı bir keşif yapmadım. Tümdengelimseldi... Elde ettiğim sonuçlar icadın sonucuydu -bu kadar basit ve net. (...) Bir teoriden vazgeçince hemen bir başkasını geliştirdim. Bunun sorunları çözmek için olası tek yol olduğunu çok erken zamanda kavradım."
[4]

Edison'un yenilikçi ve buluşçu yönünü iyi yansıttığı düşünülebilecek bu alıntılarda, Gellner'in kurduğu çerçevenin Edison'u anlamamıza yardımcı olmadığını görmek gerekir. Öncelikle, Edison'un yenilik ve buluşlarını bilimsel bilgi haline getirmekten ziyade "ticari değere" dönüştürmek maksadıyla yaptığı görülmektedir. Edison'un yenilik ve buluşları bilim dünyasına önemli bir malzeme kazandırmamıştır ya da uygulamadan bilim çıkmamıştır. Tam tersine, Edison deneyler, hipotez kurma vb. gibi modern bilimin temel yöntemlerini, ticari değer oluşturmaya yönelik yeni tarihsel momentle birleştirmiştir. Yenilik ve buluş sürecinde kuramlar geliştirmek, bu kuramları test etmek gibi temel bilimsel araştırma aşamalarından geçtiğini belirtmektedir.

Burada Edison'un sunduğu çerçevede belki de en önemli husus, "Dünyanın neye ihtiyacı olduğunu bulurum sonra onu icat etmeye yönelirim!" cümlesinde gizlidir. Bu kendini iyi ortaya koyan yaklaşım Gellner'in ırkçı neticeler de doğurabilecek sınıflandırmasının ötesinde ve üzerinde açılımlar sağlamaktadır.

Edison'un yaklaşımı yeni ve Batı?ya mahsus mudur? Neticede insanoğlunun adına dünya denen gezegenle imtihanı uzun dönemler boyunca uygulamanın doğurduğu çeşitli ihtiyaçlara verilen pratik karşılıkların (uygulamanın) daha sonra, çoğu kez de yenilik ve icat sahibi değil de başkaları tarafından sistematize edilmesi (bilim) ile yürümüştür. Başka bir deyişle uygulama -> bilim paradigmasının gelişmişlik düzeyi ile bir ilişkisi yoktur. Kabaca ifade edilecek olursa gelişmiş ülkelerle azgelişmiş ülkeleri ayıran temel nokta ihtiyaçların farklılığı meselesidir. Gelişmiş ülkelerde hem bireysel hem de ulusal düzeyde tanımlanan ihtiyaçlar az gelişmiş ülkelere göre çok daha fazladır. Öte yandan gelişmişlik ihtiyaçlarını iyi tanımlayabilme ve kaynaklarını bu ihtiyaçların karşılanmasına yönelik olarak sinerjik ve ekonomik olarak seferber edebilme becerisi olarak tanımlanabilir. Ancak bu uluslararası politika veya kültürlerarası çalışmaların nesnesi olarak "gelişmişlik - azgelişmişlik" terimlerinden bağımsızdır. Zira bugünkü pratikte Gelişmiş ülkeler, Azgelişmiş ülkelerin ihtiyaçlarını da tanımlar olmuşlardır. Bu faaliyetin uluslararası politikada tezahürleri "Size uçak değil traktör gerek!" ile başlayan süreçte "Size bizim atayacağımız bir vali gerek!" ya da "Size demokrasi gerek!" adımları ile devam etmektedir.

Kanımca ihtiyaçlara yönelik yenilik ve buluş paradigması yaşadığımız yüzyılda yalnızca tatlı bir hatıra olarak kalmaktadır. Bugün en önemli güç başkalarının ihtiyaçlarını tanımlayabilme, onlardan önce öngörebilme, değiştirebilme ve karşılayabilme gücü olarak ifade edilebilir. Burada "ihtiyaç tanımlama" fiili neticesinde tanımlanan ihtiyaçların, gerçek ihtiyaçlara ne kadar tekabül edeceği meselesinin yalnızca tali bir önemi vardır. Başka bir deyişle azgelişmiş ülkeler kendilerinin tanımladığı ihtiyaçlarına kendi çözümlerini geliştiren ülkeler değildir. Gellner'in tezi burada fena halde tarihe takılmaktadır. Aksine azgelişmiş ülkeler kendilerine dayatılan ihtiyaçlar ve kendilerine dayatılan çözümlere dayalı bir bilim ve teknoloji politikasına tabidir. Tüm dünyada azgelişmiş ülkelere yönelik savunma sanayi satışlarını düşünmek, ihtiyaçlar ile bu ihtiyaçların karşılanma ve gerçek ihtiyaçlara tekabüliyet oranı arasında ciddi bir makas olduğunu hemen akla getirecektir.

Çok anlatılan bir hikâyecik vardır: Yılın yarısını (kutup gündüzünü) avlanarak geçiren ve kalan yarısında (kutup gecesi) dinlenen Eskimolara işlerini kolaylaştırmak ve ticari değer elde etmek için ateşli silahlar ve motorlu kayıklar dağıtıldığında, eskiden altı ayda bitirebildikleri işlerini birkaç haftada halleder olmuşlar, ancak yılın avlamaya müsait sair zamanlarında ava devam etmek veya avlarını satmak gibi bir gaileye bulaşmamışlardır. Maksat ihtiyaçların karşılanması olduğuna göre birkaç haftalık çalışma ve yılın on bir ayı dinlenmeye dönük bir hayata geçmişlerdir.

Bunu bilim ve teknoloji tartışmasına taşırsak, Batı aslen spesifik ihtiyaçlara karşı geliştirilen spesifik araçlar olarak kabaca tarif edilebilecek teknoloji konusunda bir inhisar kurmaktadır. Kendi teknolojisini belki bu teknolojiye ihtiyaç duymayan ve bu nedenle azgelişmiş olarak tanımlanan ülkelere bilim inhisarını vermeden pazarlamaktadır. Bu pazarlama işlemi her zaman Eskimolarda olduğu gibi mizahi denebilecek neticeler de doğurmamaktadır. Teknolojinin pazarlanabilmesi, ihtiyaçların küreselleştirilmesine bağlıdır. Bugün küreselleşme bağlığı altında yapılan tartışmada belki de en çok gözden kaçırılan husus da budur. Aynı tartışma ulusal düzleme taşındığında ise bir ülkenin bağımsızlığının temel parametrelerinden birisinin de o ülkenin kendi öz ihtiyaçlarını tanımlayabilme, öngörebilme ve karşılayabilme becerisi olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ulusal teknoloji çok önemli bir ulusal değer ve bağımsızlık ölçütüdür.

İster uygulamadan bilime, ister bilimden uygulamaya gidişi öngören ve kanımızca son derece dar olan paradigmayı esas alarak bir bilim ve teknoloji stratejisi geliştirin bilimsiz yapamazsınız. Ülkemizde temel bilimler alanı en ihmal edilen alanlardan birisidir. Yalnız pozitif bilimler değil, aynı zamanda felsefe ve sosyoloji gibi sair temel bilim alanlarında da büyük eksiklikler bulunmaktadır. Bu bilim dalları, yenilik ve buluş öncesinde, esnasında veya sonrasında üstlendikleri esasa dair rolün yanı sıra aslen ihtiyacın belirlenmesi ve tanımlanması gayretlerinin çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

[1] Roger Hart, "Beyond Science and Civilization: A Post-Needham Critique," Stanford University, Program in History and Philosophy of Science
http://uts.cc.utexas.edu/~rhart/papers/beyondsciciv.html#fn34

[2] Joseph Needham, "Poverties and triumphs of the Chinese scientific tradition,"
http://uts.cc.utexas.edu/~rhart/papers/beyondsciciv.html#fn34

[3] Huff, Toby. The Rise of Early Modern Science. 1993
http://www.hyperhistory.net/apwh/essays/comp/cw24sciencechinaottomaneurope.htm

[4] http://www.thomasedison.com/ adresinde verilen alıntıların tercümesi.

Comments: Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?

Listed on 
BlogShares